Oklavadan Baklavaya... Kazdan Gazoza...

Araştırmacı Gazeteci Yazar Sabri Aslışen “Eskilerden yaşananları gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor”

Son Dakika Rize

Araştırmacı Gazeteci Yazar Sabri Aslışen “Eskilerden yaşananları  gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor”

OKLAVADAN BAKLAVAYA…

KAZDAN GAZOZA…

GÜVENLE… SAMİMİYETLE… İÇTEN KAHKAHALARLA…

Mahalle bakkallarının olduğu dönemlerde seyyar satıcıların sayısı oldukça fazlaydı… Mevsimine göre el arabalarını doldurup kapı kapı gezer satışlarını yaparlardı…

Ortaokul birinci sınıftaydım… Özellikle kış aylarında rahmetli Fetiye teyzemin Ardeşen’deki evinde kalırdım… İki katlı ahşap ev, cezaevinin hemen arkasında bulunuyordu… Önü kumsal olan bu evin çatı katı penceresinden baktığımda denizi rahatlıkla görebiliyordum… Cezaevinin etrafında fazla ev yoktu… Teyzemin ifadesine göre evin arka tarafında, şose denilen Atatürk Caddesi üzerinde evler vardı… Denize bakan tarafta ise evden 30-40 metre uzakta Resime halanın evi ve 150 metre uzağında da etrafı beton duvarla çevrili, 65 dönüm alan üzerinde kurulan ve bölgenin en büyük fabrikası konumunda olan Ardeşen Kereste Fabrikası bulunuyordu… Sokağa bakan kısmında ise bahçe kapısından içeri bile bakamadığımız kaymakamın evi yer alırdı…

O gün… Okul çıkışı arkadaşlarla bir saate yakın Kahyaoğlu Aile Çay Bahçesinde oyalandıktan sonra teyzemin evine vardım. Teyzem, koridor girişinde bulunan koltukta elinde oklava ile oturuyordu… İçimden “Şimdi ne mazeret uyduracaksın düşün bakalım Sabri Efendi” diye geçirirken, teyzem “İnsanı merakta bırakırsın… Bu saate kadar nerelerdeydin söyle bakalım. Yaramaz yerlerde değildin değil mi?”. “Yok teyzeciğim, arkadaşlarla okul çıkışı biraz oyalandık. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamamışım. Kusura bakma, çok özür diliyorum.” der demez, teyzemin küçük oğlu Metin Oğuz abim hemen arkamdan eve girdi. Soluklanmadan “Sabri ve arkadaşları yaramaz yerlerde değildiler anneciğim.” dedi demesine de teyzemin elindeki oklava mevzusuna takılmıştım… Oturma odasına geçince İlman yengemin yanıma gelmesiyle oklava mevzusu aydınlığa kavuşmuştu. Yengem ve teyzem birlikte hamur açmış, bize o enfes lezzeti ve insanın boğazını yakmayan tatlı şurubuyla hala damağımda lezzetini koruyan baklavalardan yapmışlardı…

Akşam karanlığı çökmek üzereyken, “kaz var kazzz” diye avazı çıktığı kadar bağıran bir ses duyuldu sokaktan… Bunu ilk kez duymuş ve elbette çok şaşırmıştım… Merakımı gidermek için bu ilginç sesin ne olduğunu teyzeme sorduğumda, seyyar satıcıların litre ile gaz sattıklarını öğrendim ve bu sefer de merakım yerini kahkahalarla gülmeye bırakmıştı. Teyzem “Neden gülüyorsun yeğenim?” diye sordu. “Nasıl söylesem bilmiyorum, seyyar satıcı akşam vakti canlı kaz mı satıyor?” diye düşünmüştüm. Dedim dedim de öyle kahkahalarla gülüyordum ki… Mutluluk ve kahkaha ile gülmenin nasıl bulaşıcı olduğunu da ilk o zaman görmüştüm. Söylediklerimden sonra evdekiler de hep birlikte kahkahayla gülmeye başlamışlardı… Bunun üzerine hiç soluklanmadan evdekilere “Kalay yaparım, bıçak bilerim, odun keserim, eskiyi getir - yeniyi götür, hamsi geldi- kasayla ucuz hamsi, sebzeci geldi, özellikle okul önlerinde köfteci, ciğerci, tatlıcı, gazozcu, hatta kış aylarında bozacı ve kestaneci diye seslenen seyyar satıcıları bilir ve duyardım daaaa nerden bilebilirdim gaz satan seyyar satıcının avazı çıktığı kadar gaz yerine “kaz var kazzz” diye bağıracağını…” dedim o kahkahaların ardından… Bu açıklamamdan sonra teyzemin oğlu Metin abim “Sen de haklısın Sabri, bunları kafana takma, yemekten sonra günün tekrarını yapıp, yarın işleyeceğiniz derslere de bir göz atarsan iyi olur.” dedi… “Herkes buradayken okul arkadaşım Cemal’in kendisinin ve kardeşinin okul harçlığını nasıl kazandığını anlatmak isterim sizlere… Seyyar satıcılıkla ilgili…. Ardından da hemen derslerimin başına otururum olur mu?” demiş ve anlatmaya başlamıştım…

Bir gün öğlen arası zili çaldığında okulun ana kapı girişinden yükselen “Gazuzzz, buzzzzzz gibi gazuza geeeeel” sesi biz dahil herkesi hayran bırakmıştı kendisine… Bu sesin kaynağını merak etmiş ve ona doğru yönelmiştim ki bir de ne göreyim veya kimi göreyim dersiniz… Okul arkadaşım Cemal… Meğer balıkçı bir babanın oğlu olan ve kardeşiyle kendisinin okumak için harçlıklarını bileğinin hakkıyla kazanan Cemal daha önceden toptan olarak satın aldığı gazozları sabah erkenden balıkhanede bulunan buzların içinde bekletirmiş… Öğleye kadar bekleyen gazozlar babası tarafından el arabasına yüklenir ve öğlen paydosu olur olmaz, koşar adımlarla balıkhanede içi gazoz dolu üç tekerlekli el arabasını teslim alan Cemal, 5-10 dakika içinde buz gibi gazozları okulun kapısının önüne getirirmiş… Bizler için o dönemin en güzel içeceği gazozdu… Cemal, bu güzel içeceği pazarlamayı çok iyi biliyordu… Soğuk su içinde olan gazozu çıkarıyor, temiz bezle kurutuyor ve kapağını açmadan önce hünerli elleriyle şişeyi bir iki kez salladıktan sonra açıyordu. Kapağı açılan gazozdan çıkan Paattt sesini duyanlar, bu ses gazozcu Cemal’e ait diyebiliyorlardı…Tabi ki bu sesi duyup ağzı sulanan ve gazozu alamayan çok sayıda arkadaşımız da vardı. Her gün olmasa bile haftanın bir gününde arkadaşlar bir olup bu arkadaşlarımıza gazoz ısmarlardık… Depozitosuz olarak 40 kuruştan sattığı gazozdan 3 tane aldığımızda 20 kuruş indirim yapardı… Yani

“öğrenciye 100 kuruş” sloganı geçerliydi… Cemal gözü tok bir çocuktu. Çoğu yerde satın alınan gazozun depozito parasını peşin aldıklarını biliyorduk. Okul arkadaşımızın böyle bir derdi yoktu. Depozitosuz aldığımız gazozların boş şişelerini hemen istemezdi. Bize “Gazozlarınızı keyifle yavaş yavaş için” derdi… Hatta öyle günlere denk geliyordu ki cebimizde gazoz alacak bile paramız olmadığını anlar, veresiye olarak gazozu verirdi. Aramızda öyle bir güven ilişkisi vardı ki veresiye defterini bizler tutar, paramız olunca veresiye defterindeki borcumuzu kapatırdık… Hiçbir arkadaşımızdan gazoz parası borcun var diyerek borcunu hemen ödemesini istemezdi…

Hey gidi günler…. Gaz satan seyyar satıcı bana neler hatırlattı… Sizlerle de bu anımı paylaşmak istedim. Şimdi söz verdiğim gibi dersimin başına oturma vakti geldi… Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Teyzem şu baklavadan iki dilim daha alabilirim değil mi? Zihin açıklığı için...” dediğimde samimiyet ve içtenliği, güven ve mutluluğu hepimizin gözlerindeki o ışıkta görmek mümkündü….